
Son dönemde gerçekten dünyada bile eşi az bulunur, yeni nesil girişim ofisleri ile karşılaşıyoruz. Çalışanların her ihtiyacına cevap veren son derece “eğlenceli” gözüken estetik çalışma alanları Türk profesyonellerine ne kadar hitap ediyor ya da edebilir birlikte tartışalım istedim.
Aslında bu yeni nesil ofislerden isim vermek yerine isimsiz, jenerik olarak ve resimsiz söz etmeye karar verdim. Burada tartışıp sorgulamak, biraz kafamızı yormak isteyeceğimiz unsur bu pahalı ofisleri, her tür imkanı kullanarak kuran ve yatırım yapan iş sahiplerinden çok içerisinde yer alan profesyoneller ve onların zihniyeti olmalı diye düşünüyorum.
Bilişim dünyasında kime -Nasıl bir ofiste çalışmak istersin? diye sorsanız çoğu zaman alacağınız yanıt aynıdır: Google!
Peki en az Google ofisleri kadar yenilikçi ve çalışan dostu ofislerde iş imkanı verilince bizler bu ortamın hakkını verebiliyor muyuz? Ya da yöneticilerimiz o ofisin mobilyaları ve teknolojisi kadar yenilikçi mi ya da bütün bunlar şirket tarafından gazete ve fotoğraf galerilerinde boy boy yer almak için kurgulanmış dekorlardan mı ibaret?
Bu ofislerde çalışanların rahatı için planlanmış bir çok unsur mevcut bunlar oyun oynama odaları, koşu pistleri, koşu bantlarından bilardo salonu ve ortak kafeterya alanlarına kadar uzanan kalabalık bir liste teşkil ediyor. Hepsi de profesyonellerin işlerine daha severek gelmesi, daha iyi motive olmaları ve daha iyi performans göstererek çalışmasını amaçlayan uygulamalar.
Şimdi bir kaç başlık altında biraz kafa kurcalayalım isterim, buyrun siz de katılın :)
Profesyonellik Anlayışı ve İş Disiplini
Önce çuvaldızı kendimize batırarak ilk soruyu kendimize soralım: Ne kadar profesyoneliz? Türk çalışanlarının genetik kodlamasına baktığımızda bu konuda çok parlak sonuçlar çıktığını söylemek zor. En azından mesleğin 16.cı yılında gözlemlerim bu yönde diyebilirim.
Türk çalışanı hangi meslekten olursa olsun bir Avrupalı kadar iş disiplinine sahip ve yaptığı işe saygı gösteriyor mu sizce?
Bu noktada hızlıca bir anımı paylaşmak istiyorum, Londra’ya seyahatlerimden birinde sıradan sayılacak bir restoranda yediğim yemekte çok şaşırmıştım. Müthiş bir servis anlayışı müthiş bir garson! Yemek sonrası bana servis yapan garsona ne kadar memnun olduğumu söyleyip teşekkür ederken benden kibarca izin isteyerek, yaptığı işin hakkını vermeye çalıştığını, haftada bir gün izni olduğunu, o günde de Londra’daki farklı restoranlara giderek bir şeyler yiyip içtiğini ve bol bol not alarak, hatalarından arınıp, kendini daha çok geliştirmeye çalıştığından söz etti. O anda beynimde bir ışık yandı! Ben kendimi geliştirmek, yenilikler ile beslemek adına ne yapıyordum?
Sıradan bir İngiliz garsonun mesleğine bakış açısı bu olduğu halde, biz seçkin IT çalışanları olarak kendi mesleğimize bu disiplin ve bakış açısı ile yaklaşabiliyor muyuz?
Sabahladık ABİ!!
Türk IT sektörünün tasarımcısından geliştiricisine, çaycısından müdürüne en büyük mottosudur herhalde sabahlamak. Oysa bir iş için sabahlamak bir çok platformda da dile getirdiğim üzere sağlıklı bir şey değil arkadaşlar! Bunu anlayıp, sindirip hayatımıza öyle devam edelim mümkünse… Eğer bir proje için sabahlanıyor ise ve üstelik bunu belli bir kurumsallığa sahip bir internet şirketinde yapıyorsanız, aslında tehlike çanları çoktan sizin için çalmaya başlamış olmalı.
Eğer her işinizde çözüm yolu olarak sabahlamayı seçiyorsanız, süreç yönetimini hiç bir şekilde yapamıyorsunuz demektir. Deadline denen olguyu önemsiz buluyor, hangi işi, ne zaman ve ne kadar sürede, ne miktarda efor harcayarak yaptığınızı da bilmediğinizden sabahlıyor olmanız sizin için uçurumdan önceki son kurtuluş noktası olmamalı.
Diğer yandan baktığınızda kişisel olarak bir engeliniz yoksa, bunun kurumsal olarak sorun olması da mümkün, süreç planlamasından bir haber takım arkadaşları ve yöneticiler, yetersiz insan kaynağı, kötü proje kurguları buna örnek olabilir.
Bütün bunlar bir yana bir IT profesyonelinin özellikle de bir tasarımcının öncelikli odak noktası deadline yani proje teslim zamanı olmalıdır.
Kaotik Durumlar
Peki bu kaosun içerisinde, o koşu bandından ne zaman faydalanılabilir? Bir mola verip 2 el FIFA oynamak istediğinizde camın arkasından size tebessüm etmeyen gözlerle bakarak geçen müdürünüzün yarattığı -Ya acaba yanlış bir şey mi yapıyorum?- duygusu?
İstanbulun bir ucundan doluşup geldiğiniz servisle dönmek yerine fazladan bir saat kalıp koşu bandında ter atayım fikri mi çekici olan yoksa -Aman abi işleri toparladım servisi kaçırmayayım bu trafikte!- mantığı mı?
Yüzsüz Madalyon
Madalyonun diğer yüzüne geçelim, şirketiniz size sıkıldığınızda basket bol oynayabileceğiniz bir alan yaratmış, peki 2 şut atıp eğleneyim diyen masa arkadaşınız, 10 avans 100’de biter tarzı bir maça takılıp, 1,5 saat kadar sonra yanınıza kan-ter içerisinde gelip, birazdan başlayacak toplantısına yetişmek için notlarını toparlıyor ve yanında bir parfümü de yoksa?
Aklımda Fikrimde Dertlerim Var
Bir de ülke şartları, piyasa ve maaş skalaları üzerinden gidelim dilerseniz? Bu ülkede sizi motive kılacak unsurlar google tarzı ofisler ve içerisindeki imkanlar mı yoksa maaşınıza iyi bir zam ya da prim/ikramiye alma türünden fırsatlar, hatta 16 maaş alabilme şansı mı?
Hangisi size önerilse daha motive, kendinizi adamış ve konsantre bir şekilde çalışırsınız?
Yurtdışında eşit ve gerçekten iyi maaş imkanları sunulan çalışanlar için bu lüks çalışma alanları birer itici unsur olurken, bizde şirket bünyesindeki Jr. geliştiricinin aklından geçen – O basket sahası yerine %2 fazla zam alsam daha iyi olmaz mıydı? – sorusunu bir sonraki zam dönemine kadar aklından sökmek mümkün olur mu?
Saygı
Bu eşsiz imkanlar sunan çalışma alanlarını daha verimli kılmak için söz etmeye değer bir konu da saygı! Sadece yaptığınız işe değil çevrenizdeki ortak çalışma arkadaşlarınıza da saygı duymanız gerek. Yurtdışında bir çok ofisin -açık ofis sitemini kullandıkları halde- ortak özelliği sessiz ve izole bir çalışma ortamı sunmasıdır. Tabii bunda kayda değer önemli bir konuda çalışanların diğer kişilerin konsantrasyonlarını bozmamaya azami özen göstermeleri.
Bir sinema salonunda film izlerken bile elinden akıllı telefonunu düşürmeyen, sms ve mail atmaya çekinmeden devam eden bir kültüre sahip olduğumuz dikkate alınırsa, iş yerinde çokta fazla sessiz, sakin izole bir çalışma ortamı beklemek iyimserlik olur.
İhtiyaç
Bana kalırsa sektörün ihtiyacı olan en azından bugün itibariyle, mükemmel döşenmiş, playstation turnuvaları düzenlenen, futuristik tasarımlı kafeteryaları, son model çay kahve makineleri ile donatılmış dünya kalitesinde ofislerden ziyade, yerleşmiş bir piyasa/fiyat/maaş politikası üzerine doğru kurgulanmış ve konumlandırılmış organizasyonlar içinde yine doğru profesyonelleri yerleştirmek aslında.
Diğer yanda da sektörün en büyük ihtiyacı ise iş disiplini ve ahlakına sahip, kendini geliştiren, işinde uzman olan hatta bunun ile yetinmeyen ve “farkında olan” profesyoneller.
Bu sorunlar çözülüp sektörde stabil bir organizasyon/çalışan ilişkisinin temeli atıldıktan sonra gördüğümüz her türlü uçuk ofis yerleşimlerinin birer dekor olmadığına ve hakkını verdiğine inanmamız daha kolay olacak.
Hamiş: Bugün Evden Çalışsam?
Fazla lafı gevelemeden bir örnekle konuya gireyim, geçen hafta bir meslektaşımla konuşurken o hafta içinde fiziksel olarak sadece 2,5 saatliğine ofiste olmam gerektiğini kalan sürede evden (ya da x bir yerden) çok daha verimli ve konsantre bir şekilde çalışabileceğimi, bunun şirket içinde büyük kar olacağından söz ediyordum.
Bu durum bir çok sektör çalışanı için aynı şekilde geçerli. Ancak personel tarafında yukarıda yazdığım olumsuzlukların altına bir çizgi çekip toplamı aldığınızda karşınıza çıkan meblağ o kadar yüksek ki, haliyle bugün hiç bir işverenin “güvenip” deneyebileceği bir uygulama olmaktan uzak kalıyor evden çalışmak. Kişisel olarak konuşmam gerekirse hem kendim hem de çalıştığım firma adına sonsuz faydalı bir yöntem. Aslında bu konu ile ilgili sevgili Kıvılcım Hindistan’nın iki bölüm halinde yer alan harika yazısını okumanızı isterim. Bölüm 1 Bölüm 2
Yorumlar (11)
mustafa irendiyor ki:
25 Mart 2013 4:44 pmHasan abi çok güzel bir analiz olmuş. Teşekkürler.
Samet Özdemirdiyor ki:
25 Mart 2013 5:04 pmMuhteşem bir makele olmuş…Ellerinize ve fikirlerinize sağlık.
“Ben kendimi geliştirmek, yenilikler ile beslemek adına ne yapıyordum?”
Jerfidiyor ki:
26 Mart 2013 1:53 amSizinle sanırım aynı yaş aralığındayız belki de akran sayılırız. Tespitleriniz oldukça yerinde ama önemli bir noktayı atlamışsınız, “jenerasyon farkı”!
Bu konuyu bende kendimce çok düşündüm, örneğin, Playstation turnuvaları düzenlenen, futuristik tasarımlı ofisler bana hiç çekici gelmiyor ama yeni jenerasyon bir iş yerinde ilk bu tip şeylere dikkat ediyor.
Geçenlerde büyük bir reklam ajansının sahibi ile ayaküstü bir sohbetim oldu. Yeni jenerasyondan oldukça dertli lakin hayatını sadece eğlence üzerine kurmuş bir yeni nesil tipinden veryansın etti. Gözünü cep telefonundan alamayan, twitter/facebook döngüsünden kopamayan kısacası bağımlılık tanımını çoktan haketmiş garip bir nesil var karşımızda.
Ve işin daha da kötüsü kariyer-maaş ve ek olanaklar gibi asıl düşünülmesi gereken kriterler bu yeni neslin ilgi odağın da olan şeyler değil! Sadece eğlence ve o günü iyi geçirebilmek önemli. Bir de bir “beleş” kültürü doğdu ki bu da ayrı bir konu! İnternet’den indirilen template’lerin orasını burasını farklılaştırıp “ben yaptım” anlayışı bir an da kendini tasarım dahisi sanan bir neslin de doğmasına neden oldu.
Dolayısıyla yazınıza katılmakla birlikte hayatını sadece eğlence üzerine kurgulamış (belki de dayatılmış) bir jenerasyonu da düşünmenizi öneririm. Ben şahsen öyle yapıyorum ve anlamaya çalışıyorum ama her defasında anlayamıyorum…
esertdiyor ki:
26 Mart 2013 10:13 am“Jerfi” isimli kullanıcı süper tespitte bulunmuş…
bir garsonun kendini geliştirmek için harcadığı zamanı anlatmış hasan yalçın, bizde eğitim sorunu var ilkokuldan liseye bi hatırlayın bakalım, okula sadece gitmek için gittik, öğrenmek için değil… bu alışkanlık haline geldi ve iş hayatındada sadece para için yada çalışmak için bulunduk… eğtim sistemimiz osmanlıdaki (bu heriften asker olur güçlü kuvvetli, bu herif ilim okusun akıllı zeki gibi kabaca yapılan bir anlayış vardı) bu gibi bir ayrıştırma yapmadan meslek edindirme yolunda daha yeni yeni bazı adımlar attıldı fakat yinede öğrenci olmanın ne olduğu anlatılmıyor öğretilmiyor! EĞİTİM ŞART!
Nurettindiyor ki:
26 Mart 2013 11:10 amGüzel bir yazı olmuş. Ellerinize sağlık
Samet Özdemirdiyor ki:
26 Mart 2013 11:56 pmGörüşler Eğitim ve isteklerden açılmışken bir iki cümlede ben yazmak isterim;
İlkokul 1. sınıf ögrencisine sorulan soru: Büyüyünce ne olmak istersin oğlum yada kızım
cevap; Avukat,Doktor, Öğretmen,Asker,Polis o an kullanılan en popüler meslek dalları soruyu sorana cevap olarak söylenir ve Soruyu soran;
GENEL OLARAK “aferin sana bak doktor olmada polis ol daha garanti”…
Garantiden kastı ya parası yada tatil günlerinin fazla olmasıdır !
İlk başlarda başlıyor daha saçmalıklar ve eğitimsiz kişilerin dudaklarından dökülen o cümlelerin küçücük bembeyaz defterlerin sayfa kenarlarında ufak notlar düşmeye…
Çocuk neden polis olmak istediğini bilmiyor..Yada neden doktor olmak istediğini… EZBERE okuyor ilkokulu ve orta okulu. Sonrasında liseye geldiğinde meslek lisesi olsun da çıkınca bir meslek diplomamız olur…
“PC bölümü okurum geleceğin mesleği zaten evet evet ben o bölümü okuyayım mesleğimin adını söylerken de havalı zaten WEB MASTER”
Yola çıkan gencecik fidanlara yol gösterenler ,Tecrubeli ve profesyonel kadroların danışmanlığında fikirler verilmedikçe Sabah zorla işe gelen akşam 5 olsa da evime gitsem diye sürekli saate bakan nesiller dahada yetişmeye devam edecek !!
GENÇ nesiller yada akranlarım diyeyim (22) sokak köşelerinde gece 1-2 lere kadar boş boş oturup muhabbetler ettiği sürece bir amaç ve hayallerini zirveye yöneltmedikçe sorunlar ardına ardına gelecek…
BİREY İSTEYECEK ONCA ONUN İÇİNDEN O SES GELECEK SONRA SADECE BİRER FİGÜRAN.
-Hayallerimi ve düşüncelerimi fırça darbelerinin yanında sıcak renkler ile yansıtırım.
Projeksiyon Tamiridiyor ki:
28 Mart 2013 4:05 pmJenerasyon Farkı yorumuna katılıyorum. Okurken bir nefeste okudum. Teşekkürler.
Serhan Altugdiyor ki:
2 Nisan 2013 8:33 amGüzel yazı olmuş. Emeğine sağlık. Ben de bir iki satır yorum yapmadan geçemedim.
Profesyonel kişi böyle oyunlarla gaza gelmemelidir diye düşünüyorum. Hele ki bilişim işindeki birisi asla. Hepimizin baktığı zaten 13-15 inclik ekran değil mi? Eğer tatmin edici bir maaş alıyorsanız ve bu maaş size adil geliyorsa, biraz da kanaatkarsanız zaten kazandığınız ile ister gider oyun oynar isterseniz de spor yaparsınız.
Zaten ben bu ofislerin de konsept olduğunu, tüm ofislerin bu şekilde olmadığını da biliyorum. Aslında bir nevi marketing yaptıkları. Hatta Türkiye’de bile böyle ofisler var.
Bence Türk insanının sorunu işlerine yeterince konsantre olamamasından kaynaklanıyor. Bunun altında yatan asıl sebebp ise eğitim. Daha ailede yanlış başlayan eğitim, ilk öğretimde daha da yanlış devam ediyor ve gidiyor. Sağlam temelleri alamayan öğrenciyi ise ağaç yaşken eğilmediği için sonradan düzeltmek zor oluyor.
Yurtdışında dayımları ziyaret ettiğimde, sabah işe erken gittiği için sonradan arabayı almaya yanına gitmiştim. Arabanın anahtarlarını koşarak getirdi ve hiç bir şey demeden koşarak geri döndü. Akşam eve geldiğinde izah etti. “Mesai saatinde işimi ihmal etmemem gerektiği için gündüz seninle ilgilenemedim” dedi. Aynı olay Türkiye’de olsa içeri davet eder ve çay ikram etmezmiydik? Üstelik Türk misafirperveliğini de göstermiş olurduk. İşimizi ihmal etme pahasına.
ugrakdiyor ki:
7 Nisan 2013 11:01 pmuzun bir yazı olmasına rağmen aralıksız okudum kaleminize sağlık
mutfak tezgahıdiyor ki:
17 Nisan 2013 12:57 pmGüzel yazı, sağolun :)
Uğur uğurcandiyor ki:
26 Nisan 2013 10:32 amÇok güzel noktalara değinmişsiniz ellerinize sağlık :)