Türkiye’de Estetik ve Tasarımın Kayboluşu

Türkiye’de Estetik ve Tasarımın Kayboluşu

Başlık biraz iddialı olmuş olabilir! Ancak uzun zamandır aklımda biriktirdiğim ve dert edindiğim bir konu hakkında yazmak istiyorum. Estetik eşiğimiz neden bu kadar düşük? Neden çevremizde bize keyif veren ve gözümüze hoş gelen çok az şey var? Neden bir tasarım kültürümüz (hala) yok? Bu soruların yanıtlarını yaklaşık 4 yıl boyunca edindiğim kitaplar, makale ve videolarda bulmaya çalıştım. Okuyacaklarınız öğren(ebil)diklerimin rafine bir özeti aslında.

Aslında bu yazıya ilham veren çok sevip, saydığım uzun yıllar birlikte de çalıştığımız M. Serdar Kuzuloğlu‘nun bir tweet’i oldu.

Konuya tam olarak nereden gireceğimi bilemiyorum, aslında Sanatın tanımı ile başlayabilirim sanırım. Sanat, en genel anlamıyla yaratıcılığın ve hayal gücünün estetik ifadesi olarak açıklanır. Bana göre de yaratıcılık ve estetik her dönemde sanat ve tasarım anlayışının asıl kilit noktası olmuştur. Lafı fazla uzatmadan ne oldu da estetik ve tasarım kavramları hayatımızdan hızla uzaklaşarak yok olma noktasına geldi biraz sorgulayalım.

Bu sorunun yanıtını bulmak için önce biraz gerilere gitmek gerekiyor. Bunun için de Osmanlı İslam sanatına kadar geriye giderek bir bakmak lazım.

Öncelikle yaşantımızda estetik değerleri gündelik hayatımıza sokan bana göre üç önemli kavram var. Mimari, grafik tasarım ve endüstriyel tasarım.

Cumhuriyet Dönemi ve Öncesi Türkiye’de Tasarım

Cumhuriyet öncesi estetiğin temel taşını oluşturan daha çok mimari yaklaşımlar olduğunu biliyoruz. Gerçi günümüzde de gündelik hayatımızdaki estetik olgusunun en önemli unsurlarından biri mimari eserler. Sadece tarihe adını yazdıran büyük yapılar değil, içinde yaşadığımız evler, gezdiğimiz alış veriş merkezleri hatta kaldığımız oteller de buna dahil.

Osmanlı döneminin bir çoğunda eşsiz mimari eserler var, bunlar genelde cami, saray, külliye gibi önemli yapıtlar. Grafik sanatları ise çini, hat ve benzeri unsurlardan oluşmuş. Heykelcilik zaten inançlar gereği sakıncalı bir durum olduğu için, dönemler boyu  fazla üzerine düşülmeyen bir konu olmuş. Heykel yerine taş işlemeler, sütun ve kubbelerin, sanat eseri sayıldığı uzunca bir dönemin ardından, 1900’lü yılların başlarında II. Meşrutiyet’in sağladığı daha özgür ve rahat bir ortamda modern ve batıya öykünen sanat eserleri ortaya çıkmaya başlamış. Bizim de asıl hikayemiz tam burada ve hemen ardından Cumhuriyet dönemi sanat tarihi ile başlıyor.

Bu dönemde latin harflerine geçiş ile birlikte, gerçekten batıdaki örneklerini aratmayacak kalite ve estetikte grafik tasarımlar ortaya çıkmaya başlıyor. Bu modern akımın mimarı ise İhap Hulusi Görey; Türk grafik sanatının kurucusu, Türkiye’de açılan ilk grafik tasarım sergisinin sahibi, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumsal kimliğinin oluşturulmasında önemli pay sahibi olan bir isim olarak başı çekiyor. Görey yıllar sonra bile hatırlanacak bir çok afiş ve grafik tasarıma imza atmış.

Bu arada mimaride de, yeni Cumhuriyet’in vizyoner mimarları yeni ve modern Türkiye’nin temellerini atmakla meşgullerdi. Dönemin hemen her akımından etkilenen mimarlar başta İstanbul olmak üzere, özellikle büyük şehirlerde Fransız, Alman ve İtalyan mimarisinden etkilenerek eserler ortaya çıkarmışlar. Eski İstanbul apartmanlarının bir çoğunda bunu hissedebilirsiniz. Genelde girdiğiniz bir binanın yüksek tavanları, helezonik merdivenleri ve ortasında kafesli bir asansörü varsa mutlaka sözünü ettiğim dönemde yapılmış, ve bu akımlardan etkilenmiş bir mimarın eseridir. 60’lı yıllar ise daha çok işlevsel ve şehir insanının ihtiyaçlarını karşılayacak yapıları içeriyor. Bunlar gerek modern apartmanlar gerekse devlet kurumları olarak göze çarpıyor. Eski İstanbul Defterdarlığı buna güzel bir örnektir.

Bu dönemin mimarları Art Deco gibi daha köklü akımlardan etkilenerek Ankara Tren Garı gibi eserlere de imza attılar. Resim sanatında da yine batıya öykünen eserler ve sanatçıları görmemiz mümkün. Bu dönem Cumhuriyet tarihinin resim sanatında çıtayı yükseltttiği dönem olarak da anılabilir.

1940’lı yıllarda başlayan ajans ve tasarım faaliyetlerinin öncüsü ise Eli Acıman’dır. Günümüz ajans dinamiklerinin temellerinin atıldığı yılların en önemli sanatçıları tipografik yaklaşımları ile Kenan Temizan ve bir çok eşsiz işi olmasına rağmen Türk Hava Yolları’nın uçan yaban kazı sembolünün mucidi Mesut Manioğlu olacaktır.

60’lı yıllara geldiğimizde İkinci Dünya Savaşı sonrası Alman, Polonyalı ve Avusturyalı sanatçıların işlerinden fazlası ile etkilenen grafik tasarımcılarımız yine en az dünyadaki örnekleri kadar kaliteli işler üretmeye devam ettiler. Endüstriyel mühendislik dalında ise batı ülkeleri yeni nesil bir çok ürün, araç, otomobil, lokomotif ve uçak gibi projelere imza atarken biz daha çok hazır aldığımız için bu uzmanlık alanı biraz arka planda kaldı. Ancak sonraki dönemlerde Türk mühendislerin dünya çapında bol ödüllü tasarımlara imza koyduğunu da unutmamak gerek.

60’ların Sonu Estetiğin Kaybı ve Kaos Mimarisi

Peki biz ne zaman ve daha önemlisi nasıl oldu da estetik değerleri, tasarımı, görselliği kaybeder olduk?
Bu noktada hikaye 60’lı yılların sonunda başlıyor. Çoğunuzun tahmin ettiğinin aksine görsel kültürden uzaklaşmamızın en büyük sebeplerinden biri köyden kente göç dalgası. Aslında Cumhuriyet sonrası İslam sanatından gelen disiplinlere aşina olan sanatçıların, ülkenin her yönden yüzünü batıya çevirmesi ile içten içe yaşadıkları bocalama, bu yıllara gelene kadar homojen bir yapı tutturmayı başarmak tırnak içinde tam olarak batılılaşmak üzereydi. Ancak yazının başında belirttiğim gibi toplumsal estetiğe yön veren en önemli unsurlardan olan mimari, köyden kente göç süresince en büyük darbeyi almış oldu.

Şehir hayatına alışkın olmayan insanların, bir anda kendini bu düzen içinde evsiz-barksız hayatta kalma mücadelesinde bulması, başlarını sokacak bir çatı olsun fikri ile gecekondu denen yaşam birimlerinin ortaya çıkmasına sebep oldu. Gecekonduların bir çoğu karton kutu, muşamba, atık lastiklerden bir araya getirilen derme çatma yapılardı ve modern bir şehrin görüntüsü için en büyük tehlikeyi oluşturuyordu.

Taşrada estetik kaygısı yaşamadan daha pratik uygulamalar ile çözüme ulaşan bu kitle, aynı yöntemleri şehir hayatına adapte etmeye çalışınca  görsel yıkımın temeli atılmış oldu. Köy ortamında bahçenize bir çit çekmek isterseniz iki kazık çakıp araya teli gerer sorununuzu çözebilirsiniz. Ancak şehir yaşamında bu rahatlık mümkün değildir. Düzenli cadde ve simetrik sokaklar arasındaki evinizin önüne keyifinize göre biri uzun biri kısa iki kazık çakıp, çevredeki hiç bir görsel unsurla uyum sağlamayan bir tel çekemezsiniz. En azından kazıkların boyu eşit, tel yekpare olmalı ve çevreyle de görsel olarak uyum sağlamalıdır. Şehir planlamasının en önemli unsurlarından biri uyum ve devamlılıktır çünkü.

Bu furya esnasında özellikle Karadeniz bölgesinden şehirlere akın eden inşaatçı müteahhitler boş sigara paketlerine çizdikleri konut planlarıyla, göç edenler için şehir hayatına dönüşümü tamamlayacak apartmanları yaptılar. Bu durum şehrin siluetini hızla bozmakla kalmadı, eskiden bu yana gelen Fransız, İtalyan, Alman bina etkilerini de yok etti. Ortaya çıkan apartmanlar işlevsellik ve güvenlikten uzak, modern mimari ile ilişkisi olmayan projeler olarak şehrin her yanını dolduruverdi.

Önlenemez bozulma politik hamlelerin de desteği ile, gecekondu sahiplerinin icad ettikleri ek kat, yan kat bina üzeri gecekondu gibi yeni kavramlarla yerini adeta çürümeye bıraktı. Yeni bina inşaatlarının neredeyse tümü farklı mimari dokunuşlar içeren, -karma karışık  renklere boyanan, balkon, tuvalet, hol, oda boyutları eşit olmayan- kaos mimarisi olarak tanımlanabilecek bir duruma evrildi. Düzenli bir şehir yapılanması planından uzaklaşmak bir yana önü tutulamaz bir karmaşanın başlangıcı oldu bu durum.

70’li yılların sonu bu mimari karma akım büyük şehirlerin değişmez bir parçası oldu. 90’larda yavaş yavaş daha modern yapılar yükselmeye başlarken şehirler modern bina siluetlerinin ardında görünen kakafoni ile baş başa kaldı ve bu durum hala devam ediyor.

Grafikte Estetiğin Sonu: “Hallederiz Abi!” Dönemi

Olumsuz mimari etkiler ile estetik algısı hayli yıpranan ülkemizde 40’larda temeli atılan 1970-80’li yıllarda ise dünya çapında rakipleri ile boy ölçüşebilecek kaliteye ulaşan ajans işleri, o dönemdeki yaratıcı, disiplin ve stil sahibi tasarımcıların yerini, pc kullanabilen ofis programları ile tasarım yapmayı becerebilen genç kitleye bırakması ile bir çöküş yaşadı.

Corel Draw’ı çalıştırabilen hemen herkesin ajans kisvesi altındaki merdiven altı dükkanlarda tabela, restoran mönüsü, broşür işlerine girişmesi sonucu grafik tasarım işlerinde de kalite yerini sıradan işlere bıraktı. Hesaplı olsun diyen iş sahiplerinin isteklerini de,”Eldeki imkanlar bu kadar” şeklinde yanıtlayan grafikerlerin günün sonunu “Hallederiz abi!”  ile noktalamaları sayesinde törpülendi, tükendi. Beklenti düştükçe niteliksiz işler daha fazla ortaya çıktı. Niteliksiz işler daha fazla yayıldıkça  bu özensiz işler bir akım oluşturdu.

Kaliteli işler çıkaran ajans ve kreatiflerin yüksek bütçelerle iş yapması dolayısı ile sadece belli bir kesimin buna itibar edebilmesi nedeni ile gündelik hayatımıza sirayet eden stilsiz çok renkli, deyim yerinde ise Jan Janlı işler iyi tasarımlar olarak algılanır hale geldi.

Yurtdışında bir çok ülkenin özellikle Batı Avrupa ve A.B.D’nin kendilerine özgü sürdürülebilir bir grafik kültürleri var. Bu kültür hem önceki stil ve alışkanlıklar üzerinden devamlılıkla hayatın içerisinde yer bulurken, devletin oluşturduğu ve bağlı kaldığı tasarım kriterleri de mevcut.

Örneğin İngiliz hükümetinin tasarım kriterleri içeren yönetmelik ve yönergeleri var. Bu ülkelere gittiğinizde estetik bir kaygı yaşamıyorsunuz, mimarisi kaostan uzak, yol tabelalarından, restoran mönülerine, ürün ambalajlarından, tabelalara kadar gözü rahatsız etmeyen -hatta aksine estetik gelen- bir bütünlük mevcut.

İngiltere’de sıradan bir kafeteryanın tabelaları ve mönüsü özenli bir tipografik çalışma ile hazırlanmış ve size bir sanat eseri gibi gelebilir. Burada aynı hissiyata ancak bir bifteğe 200TL ödediğiniz mekanlarda erişmeniz olasıdır. Oysa estetik bir kültürdür, ve bu kültürden uzaklaşmak sizi sıradanlığa, vasatlığa mahkum eder.

Bu topraklarda estetikten uzak bir anlayış içerisinde sıradan bir marketin sıradan bir kahvaltılık rafına göz gezdirmeniz sizi bunalıma sokmaya yeter. Daha iyisini aramak yerine imkanlar bu kadardan gelen grafik tasarım akımı, bugün en nitelikli ürünü bile çöpe çevirecek kadar genetiğimize işlemiş durumda ne yazık ki…

Örneğin yurt dışında modern bir ülkede taksiye bindiğinizde aynada asılı bir haç, torpido kapağında god save us gibi yazılar göremezsiniz. Taksiler kişiselleştirilebilir alanlar değil kamu kullanımına ait alanlardır ve bir düzeni olmalıdır. Ülkemizdeki bu doğu/batı karmaşasının yaşandığı en büyük ikilem ise toplu taşıma araçları üzerinden örneklendirilebilir. Devlete ait toplu ulaşım araçları İngiltere, Belçika, Hırvatistan gibi ülkelerden görsel ve hizmet olarak farksızdır. Neredeyse aynı kalite ve estetiğe sahiptirler. Ancak minibüs, dolmuş gibi lokal araçlara bindiğinizde kendinizi Pakistan ya da Hindistan’daymış gibi hissedersiniz. Tam bir görsel karmaşa yaşar, minibüse değil onu kullanan şöförün evine gelmiş gibi hissedersiniz. Süslü minibüsler 70’li yılların başından beri estetik bütünlüğü yok etmekle görevli adeta.

2000’ler Ağaçsız Betonizm ve Renkler Kaosu

Bu yazıya ilham veren sevgili Kuzuloğlu’nun yazının başındaki tweet’indeki fotoğrafa baktığınızda en büyük sorunumuzun devamlılık kavramından bihaber ve ben yaptım oldu, hem de çok güzel oldu egosu altında parçalanmamız olduğunu sanıyorum. Son 15 yılda tüm sosyal alanların ağaçsız düz beton tek tip alanlara dönüşmesinin konunun uzmanı olmasam da şehircilik ve sosyal bilimlere uzak olduğunu düşünüyorum. Aynı dönem Cumhuriyet tarihinin en çok ağaç dikilen dönemi olarak da kayıtlara geçmesine rağmen yeşilden bu kadar uzak bir şehir hayatını gezdiğim hiç bir yabancı ülkede görmedim.

Dev beton tarlaları içerisinde duygusuz bir şekilde yaşayıp gidiyoruz. Boş bir sehpa mı, yoksa üzerinde vazo içinde bir çiçek duran sehpa mı tercih edersiniz? Verdiğinizi yanıtı buradan duyabiliyorum. Çiçekli sehpayı görmek, kullanmak daha çok hoşunuza gider elbette. Çünkü kendisine eklenen  estetik bir değer vardır üzerinde.

90’lardan kalma grafik akımlarının sonraki jenerasyona bıraktığı en kötü miraslardan biri de renkli ve canlı olan görsellerin daha dikkat çekici olduğu algısıydı. Oysa sade ve vurgulamak istenen kavramın ön plana çıktığı görseller her zaman diğer renk ve tasarım karmaşası içerisinde daha ilgi çeken eserler olmuştur.

Mevcut jenerasyonun bir sonrakine bırakacağı miras ise daha modern ve minimalist tasarımlar yerine, modern zamanlar öncesine öykünen (Osmanlı, Türk boyları v.s) bazı stillerin gündelik yaşam içinde sıradanlaşması olabilir. Tehlikeli olan ise bu tarzdan çok, bu tip düşünce yapısının dışarıdaki dünyanın gerçekleri ile zıt düşmesi.

Tasarımcı, iş sahibi ve kullanıcı üçgenin de her paydaş birbirini negatif yönde besleyerek bugünlere geldik. Enseyi karartmamak lazım, hala Türkiye’de çok iyi tasarımcılar, disiplin, stil ve görgü sahibi profesyoneller var ve işlerini mükemmel yapıyorlar. Bizim sorunumuz sadece sokağa çıktığımızda onları ve işlerini göremiyor olmamız.

Özetle 60’lı yıllarda kırılan estetik görgümüz bugün tamamen yok olmuş durumda. Kalan kırıntılar da kişiselleşmiş artık. Herkesin kendi kafasına göre bir yorumu var. Bütünlüğün devamlılığı sağlanmadığı sürece de böyle olmaya devam edecek. Çözümün eğitimli, disiplinli, liyakat sahibi ve yaratıcı bir tasarımcı, mimar, mühendis neslinin işbaşı yapması olarak görüyorum. Ancak mevcut eğitim sistemi ve mezun olan profesyonellerin profiline bakınca bu pek de mümkün gözükmüyor gibi sanki.

Sırtını, ne tam doğuya ne de tam olarak batıya yaslayamayan tasarım unsurlarımız ile başbaşayız. Üstelik dijital dünyanın önümüzden nehir gibi akıp geçen görselliği de hesaba katarsak; kişisel fikrim, sanırım uzunca bir süre daha bu karmaşanın içerisinde esir kalacağız.

Not: Bu arada mimari eserler ve onu kullanan insanlar, mimarinin toplum ve birey hayatına etkilerini ele alan, Alain de Botton’un Mutluluğun Mimarisi kitabını şiddetle tavsiye ederim.

Son Yazılar
Yorum ( 21 )
  1. coyistik
    4 Ekim 2018 at 10:56 pm

    Ux konusunda ad mail url doğrulama derken insan yorum yapmadan önce 10 kere düşünüyor.
    Ben de başlığa ithafen fikrimi belirtmek istiyorum.
    Bu tür kıyaslamaları genellemeleri örneğin “Türkiye” genellemesi hep karşıyımdır. Çünkü genellemelerin %95’i yanlıştır.
    Bu örnekte de avrupada bize görünen yani dışarıdan bilinen siteler üzerinden manşetlere bakarsak anlayabiliriz. Sadece Türkiye de değil dünya genelinde kötü tasarımlar çok fazladır. İçerik uzun ve zaman ayırmasamda başlığa bakarak söylüyorum bu nedenle yazıya eleştiri mahiyeti taşımıyor.
    Başlıktan yola çıkarak söylüyorum ki bir de grafik yapmayı bilmeyen ve mesleği işi hali hazırda olan kişileri düşünürsek. Site yaptıklarında ki küçük haber siteleri oluyorlar. Bulduklarını koymaktalar. Kötüyü seçmelerinin sebepleri de verdikleri hizmetinde lüksü gerektirmediği bu nedenle bizim işten anladığımız için gözümüze güzel gelen onlar için yabancı olabiliyor.
    Bilindik şeyleri kullanıyorlar yaş ortalaması düşünülürse, küçük orta ölçekli ensafa eğer yol göstermezseniz işe karışırsa batıracağından kimse şüphe duymamalı tabi bu da genellenemez.
    Yani demek istediğim her yerde bu berbat tasarımlar var bu nedenle avrupadaki bu işin ehli sitelere bakıp değerlendirmek hata olur. Ayrıca bizdeki sağlam siteler örneğin yenişafak, haber sitesine olan bakışa infografik çalışmalar olsun. Sitenin kategorilere ayrılmasında ki renklendirmeler olsun başlı başına bir yaklaşım getiriyor. Yani iyi tasarımdan istediğmiz şeyi basit anlamda “göze hoş gelmek” yerine yaklaşım getiriyor.
    Bu gibi fakat tarihsel bir örnek vereyim. Örneğin 200-300 yıllık camilerin minaresinde ki zerafete detaylara bakın günümüzde ki camilerdeki düz beton üstüne beyaz boya çekilmiş ruhu, anlayışı kalmamış motomot yapılmış gerçi cami örneklerini gördüm ama bununla ilinitili mi bilmiyorum inşaatlara bakın aynı şey merdiven korkulukları içinde geçerli. Günümüzde ki bakış işlevi görsün yeterli. Zanaat’a görsele gerek yok zaten o kadar para vermedi mantığında. Çoğu için böyle çünkü yanlış olan kafa yapısı bu tür şeylere sirayet etmesi düşünülemez..
    Merkeze onlar geçtiği için görsellik (estetik) ve ahlak gibi abideler eksen dışı kalıyor. Söylenebilecek çok söz var burada bırakayım.

  2. Ses sistemi kiralama İstanbul
    11 Ekim 2018 at 3:54 pm

    mükemmel bir yazı her kesin okumasını tavsiye ederim

  3. evde oynanacak oyunlar
    26 Aralık 2018 at 10:20 am

    Kaybolan sadece tasım değil, insanlıkta yenilenen tasarımlarla birlikte kayboldu o zaman.

  4. Mehmet Ortaç
    21 Şubat 2019 at 4:43 pm

    Her şeyi büyütmek gibi bir hastalığımız var. Sanki insanımız körmüş gibi puntoları devasa tutuyoruz. Abartılı 3 boyut vermeler falan… Etraf metin ve görsel kirliliğinden geçilmiyor. Sanat ortadan kayboldu, beğeni ve zevkler öldü. İnsanlar kazanmak ve tüketmek üzerine yaşıyor. Yazık, çok yazık.

  5. Hüsrev durma
    3 Mart 2019 at 10:43 pm

    Çok değerli ve harika bir yazı, kaleminize sağlık. Anlamadığım şu nokta var, onca insan köyden kente göçerken, hükümetler ve devlet yöneticileri ne halt yapıyordu da bu gelen insanlar için yeni mimari ve estetik, işlevsel konutlar, yaşam alanları hazırlamadılar. Görevleri bu değil miydi. İstanbulda banliyo trenleri yapılmış her iki yakada, ama banliyo yaşam alanları yapılmamıştı. Köyden gelen vatandaş ta haliyle derme çatma günü kurtaracak şeyler yaptı. Kısaca işimiz zor. Gidişatın da değişmesi imkansız gibi.

  6. EMRE DURMAZ
    11 Nisan 2019 at 6:30 pm

    avrupanın en güzel yerleri hep eski mimari yapıları. bizde gelişiyoruz ya bu yapıları yok ederek bunu başarıyoruz :)

  7. Evden Eve Nakliyat
    25 Mayıs 2019 at 9:25 am

    Sağolun güzel yazı

  8. Şehirler arası evden eve nakliyat
    25 Mayıs 2019 at 9:26 am

    Teşekkürler

  9. İZMİT KURYE
    27 Mayıs 2019 at 6:11 pm

    Bunlardan birine tıkladığınızda, o öğeye odaklanacak ve benzer veya kullanıcılar arasında gezinti yapmanıza olanak tanıyan bir başka seti ortaya çıkacak.

  10. Moto Kurye
    16 Haziran 2019 at 9:48 am

    Söylediğin sözlere katılmamak elde değil. Bütün yazi boyunca bir cok meseleyi ele almış bir makale. Ellerine sağlık.

  11. SEDAT Kumcu
    11 Eylül 2019 at 3:18 pm

    Elinize fikrinize sağlık. Sonuna kadar zevkle ve ilgiyle okudum. Ne yazık ki haklısınız :(

  12. Nakliyat Yapanlar
    7 Aralık 2019 at 7:10 pm

    Güzel makale olmuş ellerinize sağlık

  13. Nakliyat Yapanlar
    7 Aralık 2019 at 7:10 pm
  14. Kemerburgaz Kurye
    9 Aralık 2019 at 8:18 am

    Büyük inceleme için üzgünüm, ama gerçekten çok seviyorum ve umarım bunun yanı sıra, başkalarının yazdığı mükemmel yorumlar, sizin için doğru seçim olup olmadığına karar vermenize yardımcı olur. Hala başarınızda en üst üzerindesin. O zaman hangisinin sizin için uygun olduğunu bileceksiniz.

  15. Göktürk Kurye
    9 Aralık 2019 at 8:19 am

    Bu özellikle sizin alanında planları var, ancak bu yön sizin için önemliyse geleceğe yatırım yapmak isteyeceğimden emin değilim. İşte bu durumda çok daha iyi bir seçimdir. Belki gelecekte bu alanlarda daha da iyi iş çıkarır, ancak şimdilik iyi organize etmenin ve dinlemenin harika bir yolu ve bu konuda emsalsiz.

  16. Sporcu Gıda
    28 Ocak 2020 at 6:43 am

    BU YAZININ DEVAMINI BEKLİYORUM

  17. Ali Yatarkalkmaz
    8 Şubat 2020 at 5:43 pm

    Cidden iddaalı bir başlık olmuş ama haklısınız. Gerçekten örnekleri de görünce hak vermemek elde değil.

  18. martelo
    19 Mayıs 2020 at 8:11 pm

    Skolastik düşüncelerin yoğun olduğu yerde tasarımdan bahsetmek imkansızdır.Görüldüğü üzere milenyum çağından sonra avrupa da var olan tasarımlar ve ülkemizde görülen tasarımlar.Ondan sonra neden beyin göçü yaşanıyor derler,özgürlükler anlamında insanların köreltildiği bir ülkede Bütün bina cepheleri selçuklu motifleri ama işin aslı selçuklu da böyle bir motif yok.Sevgiler

  19. Enes Talha Ucar
    25 Aralık 2020 at 6:12 pm

    Ellerinize sağlık Hasan Yalcin cok önemli bir konuya değişip bende bir farkındalık oluşturdunuz.

  20. evissasabun
    20 Temmuz 2022 at 3:50 pm

    Çok yararlı yazı olmuş elinize sağlık

  21. Burak
    8 Aralık 2022 at 1:07 am

    Bütün bunların nedeni fakirlik arkadaşlar :) Dünyanın en fakir ülkelerinden birinde yaşıyoruz, dolayısıyla insanların daha çok kazanabilmesi için daha fazla, daha hızlı iş yapmaları gerekiyor. Daha fazla ve hızlı iş yapmak demek, daha özensiz iş yapmak demektir. Bir şey hem kaliteli, hem hızlı, hem ucuz olamaz. Avrupa ve Amerikada ise gelir seviyesi yüksek olduğu için hayat da ona göre pahalı. Halk yüksek kaliteye alışmış durumda, aldığı her ürünün kaliteli ve göze hitap etmesini istiyor, sokakta gezerken bile göze her şeyin nizami olmasını istiyor. Tüm bunlar zaman ve para demek.

Bir cevap bırakın
Captcha Captcha güncellemek için resime tıkla